10. Sınıf Türk Dili ve Edebiyatı 3. Ünite Şiir
Kaşgarlı, sözlüğünde Türkçe kelimelerle ilgili şiir ve atasözleri örneklerini verir. Bu şiirler, anonimdir. İşte bu dersimizde Divanü Lügat-it-Türk…
İçindekiler
10. Sınıf Türk Dili ve Edebiyatı 3. Ünite Şiir
Divanü Lügat-it-Türk yalnızca bir sözlük değil; Türk dili, tarihi, edebiyatı ve folkloru için bir ansiklopedi, bir kültür hazinesidir. Eser bir el kitabı niteliği taşımaktadır. Ayrıca 11. yüzyıl Türk ülkeleri, boyları, âdet ve gelenekleri hakkında bilgi vermektedir. Kaşgarlı, sözlüğünde Türkçe kelimelerle ilgili şiir ve atasözleri örneklerini verir. Bu şiirler, anonimdir. İşte bu dersimizde Divanü Lügat-it-Türk adlı eserden bir koşuk örneğini inceliyoruz.
Kurt kuş kamug tirildi
Erkek tişi tirildi
Ögür alıp tarıldı
Yınka yana kirgüsüz(Bahar geldi) Kurtlar kuşlar hep dirildi;
Erkekler ve dişiler (hep) bir araya geldiler.
Ve eşlerini alıp dağıldılar.
(Hiçbiri) artık ine girmeyecek!Yıglap udu artadım
Bagrım başın kartadım
Kaçmış kutug irtedim
Yağmur kipi kan saçar(Beni bırakıp giden sevgilimin) ardından ağlayıp mahvoldum
Bağrımın (kapanmış olan) yarasını (yeniden) deştim.
Ve kaçıp gitmiş mutluluğu aradım durdum
(Gözlerim) yağmur gibi kan(lı yaşlar) saçarÖpkem kelip ogradım
Arslanlayu kökredim
Alplar başın togradım
Emdi beni kim tutar? Öfkelenerek dışarı çıktım
Aslan gibi kükredim
Yiğitlerin başını doğradım
Şimdi beni kim tutabilir?
İslamiyet öncesi Türk edebiyatı döneminde Türklerin geleneklerinde var olan şölen ve sığır törenlerinde birtakım şiirler okunurdu. İşte bu törenlerde şaman, kam, baksı ve ozanların kopuz eşliğinde genellikle aşk, güzellik, tabiat gibi temalarda okudukları şiirlere koşuk denir. Sığır ve şölen törenlerinde okunan çeşitli konulardaki bu şiirlere koşuk adı verilmiştir. Koşuklar genellikle 7’li hece vezniyle, dörtlükler hâlinde söylenen şiirlerdir. Kafiye düzeni “aaab, cccb, dddb…” şeklindedir. Doğa, güzellik, kahramanlık, sevgi, cesaret gibi temaların işlendiği bu şiirlerde ahengi sağlamak için yarım kafiyeler, redifler ve asonanslardan yararlanılmıştır. Koşuklar, söyleyiş biçimi ve yapı bakımından halk edebiyatındaki koşmaya benzer.
Şiir, sözü anlamlı ve güçlü kılma sanatıdır. Türk şiirinde geçmişten bu yana çeşitli sanatlar, imgeler, mazmunlar kullanılarak söz daha güzel kılınmaya çalışmıştır.
Teşbîh: Aralarında türlü yönlerden ilgi bulunan iki şeyden benzerlik bakımından güçsüz olanı nitelikçe daha üstün olana benzetmektir. Tam bir teşbîhte benzetme unsuru denen dört unsur vardır: Benzeyen, kendisine benzetilen, benzetme yönü ve benzetme edatı.
Yağmur kipi kan saçar (Gözlerim) yağmur gibi kanlı yaşlar saçar)
Arslanlayu kökredim (Aslan gibi kükredim)
Mübâlâğa: Bir şeyin etkisini güçlendirmek amacıyla, o şeyi olağanüstü bir şekilde anlatma sanatıdır.
Ögreyüki mundag ok
Munda adın tıldag ok
Atsa ajun ugrap ok (DLT: 45b, BA: I.160)“(Feleğin) âdeti böyledir işte! Bundan başka da bahanedir zaten,
(felek bir kere) niyet edip ok atarsa dağların başı (bile) kertilir.”Akturur közüm yulak Tuşlanur ördek yugak (DLT: 59b, BA: I.222)
Akar közüm uş tengiz Tegre yöre kuş uçar (DLT: 145a, BA: II.45)“Gözlerim pınar (gibi yaş) akıtıyor, (öyle ki orada) ördekler ve su kuşları toplanıyor.”(TT: 94/7-8)
“Gözlerim deniz gibi akıyor işte. (öyleki) çevresinde kuşlar uçuyor!” (TT: 78/7-8)
Alp Er Tunga neden bu kadar önemli?
Alp Er Tunga bir Türk Hükümdarıdır. Bugün bize, onu destanlaştıran yönü de bir Türk Hakanı olmasıdır. Alp Er Tunga’nın tamamen bizim kültür ve geleceğimize ait bir yönü vardır: Eski Türk destanlarının bize ait en eski parçası olmasıdır.
Alp Er Tunga öldi mü?
İsiz ajun kaldı mu?
Ödlek öçin aldı mu?
Emdi yürek yırtılurAlp Er Tunga öldü mü?
Kötü dünya kaldı mı?
Felek öcünü aldı mı?
Şimdi yürekler yırtılır.Ödlek küni tavratur
Yalnguk küçin kevretür
Erdin ajun sevretür
Kaçsa takı ertilürFeleğin günleri çabuk geçer.
O, insanın gücünü gittikçe zayıflatır.
Dünyadaki insan sayısını azaltır.
Onlar kaçsa da felek onlara erişir.Ögreyüki mundag ok
Munda adın tıldag ok
Atsa ajun ugrap ok
Taglar başı kertilürFeleğin adeti böyledir.
Bundan başkası bahanelerdir.
Felek bir kez niyet edip ok atsa
Dağların başı bile kertilir.Begler atın argurup
Kadgı anı torgurup
Mengzi yüzi sargarıp
Körküm angar türtülürBeyler atlarını yordular.
Kaygı ve keder onları zayıflattı.
Bet ve benizleri öyle sarardı ki
Yüzlerine safran sürülmüş sanırsınız.Ulşıp eren börleyü
Yırtıp yaka orlayu
Sıkrıp üni yurlayu
Sıgtap közi örtülürErkekler kurt gibi uluyorlar.
Yaka yırtıp, çığlık atıyorlar.
Islık çalar gibi sesler çıkarıyorlar.
Ağlamaktan gözleri (yaşlarla) örtülüyor.Könglüm için örtedi
Bütmiş başıg kartadı
Keçmiş ödüg irtedi
Tün kün keçip irtelürGönlüm için için yandı
Kapanmış yara tekrar açıldı.
Geçmiş zamanları aradım.
Geceler ve gündüzler geçtikçe aranıyorÖdlek arıg kevredi
Yunçıg yavuz tovradı
Erdem yeme sevredi
Ajun begi çertilürFelek iyice zayıfladı.
Sefil ve kötü olanlar güçlenip kuvvetlendi.
Edep ve erdem iyice zayıfladı.
Dünyanın beyi (Afrasiyab) yok oldu.Bilge bögü yunçıdı
Ajun anı yançıdı
Erdem eti tınçıdı
Yerke tegip sürtülürBilgili ve akıllılar kötüleşti.
Dünya onları ezip çiğnedi ve hırpaladı.
Edep ve erdemin etleri çürüdü ve bozuldu.
(Bu etler sarkıyor) yerlere değip sürükleniyor.
Sagu, bir kimsenin ölümünden sonra yapılan ve “Yuğ” adı verilen dinsel yas törenlerinde söylenen şiirlerdir. Nazım birimi dörtlük olan ve şekil olarak koşuğa benzeyen sagular, hece vezniyle söylenmiştir. Kafiye düzeni “aaab, cccb, dddb…” şeklindedir. Sagularda ahengi sağlamak için yarım kafiye, redif, aliterasyon ve asonanslardan yararlanılmıştır. Sagular 7’li hece ölçüsü ile yazılmıştır. Dîvânu Lugati’t-Türk’te sagu örnekleri bulunmaktadır. Sagular İslamiyet sonrasında divan edebiyatında mersiye, halk edebiyatında ağıt adını almıştır.
Okuduğunuz sagu, Saka hükümdarı Alp Er Tunga’yı anlatmaktadır. Alp Er Tunga’nın Türk tarihi açısından önemi büyüktür. Alp Er Tunga, Türk destanlarında aynı isimle anılmaktayken “Şehname” adlı İran destanında Afrasiyab ismi ile tanınmaktadır. Alp Er Tunga, bölge halklarının dilinde meşhur olmuş ve edebî eserlerde yer bulmuş önemli bir şahsiyettir.
Kutadgu Bilig, 11. yüzyıl Karahanlılar devri Türk-İslam kültür muhitinin ortak bir ürünü olup İslamî dönem Türk kültürünün ilk manzum siyasetnâmesidir. Kutadgu Bilig’in en özgün yönü, çağının yönetim anlayışını yansıtan bir siyaset kitabı olmasıdır. Siyasetnâmelerin temel amacı, yeryüzünde adaletli bir yönetim ve iyi bir devlet düzeni oluşturmaktır. Kutadgu Bilig’de amaç, dünya ve ahiret saadetine kavuşmak için, siyasi ahlaka uygun, adaletli bir devlet düzeni oluşturmaktır. Sonuç Kutadgu Bilig, 11. yüzyıl Karahanlılar devri Türk-İslam kültür muhitinin ortak bir ürünü olup İslamî dönem Türk kültürünün ilk manzum siyasetnâmesidir.
Kutadgu Bilig bize, binlerce yıllık Türk tarihinde, birçok coğrafya, iklim, din, kültür ve uygarlık değişikliklerine rağmen, ana çizgileri aşağı yukarı aynı kalan bir toplum ve devlet anlayışının sürdüğünü göstermektedir. İşte biz, bu ana çizgileri belli anlayışı, hükümdarlara, devlet adamlarına ve halka ahlak ve siyaset öğretmek için yazılan ve yüzyıllar boyu hükümdarların ve devlet adamlarının başucu kitapları olan siyasetnâmelerde bulmaktayız. Başta Kutadgu Bilig olmak üzere bütün siyasetnâmeler, Ortaçağ Doğu halklarının toplum ve devlet geleneklerini, zihniyetlerini ve felsefelerini bilmek bakımından olduğu kadar, siyaset sosyolojisi açısından da önemli belgelerdir.
KUTADGU BİLİG’DEN
Yava söz biligsiz tilindin çıkar
Biligsiz kişig bilge yılkı atar
Kara kılkı tengsiz yava sözlegen
Yava söz turur bu kara baş yigen
Yava sözlese söz neçe yas kılur
Eger sözleyü bilse agsı bolur
Yise todsa yatsa bu yılkı turur
Bu yılkı tidüküm bu kılkı turur
Biliglig kişiler et öz yavrıtur
Bilig birle avnur canın semürtür
(…)
Biri sözlegü ol tokuzu tıdıg
Tıdıg söz tüpi barça yıdıg
(…)
Öküş söz eşitgil tilim sözleme
Ukuş birle sözle bilig birle tüz
Vezin: Feûlün/ Feûlün/ Feûlün/Feûl
Yusuf Has Hacip, Kutadgu Bilig
haz.: Mustafa Sinan KaçalinATABETÜ’L HAKAYIK‘TAN
Bilig birle bilnür törütgen idi
Biligsizlik içre kanı hayr yidi
Bilig bilmegendin bir ança budun
Öz elgin büt itip idi’m bu tidi
Bilgilig sözü pend nasihat edeb
Biligligni ögdi Acem hem Arab
Tavarsızka bilgi tükenmez tavar
Nesepsizke bilgi yirilmez neseb
Vezin: Feûlün/ Feûlün/ Feûlün/Feûl
Edip Ahmet Yüknekî, Atabetü’l Hakayık
haz.: Reşid Rahmeti AratDİVAN-I HİKMET
Ol Kadirim kudret birlen nazar kıldı
Hurrem bolup bir astığa kirdim mene
Garip bendeng bu dünyadan güzar kıldı
Mahrem bolup yir astığa kirdim mene
Zâkir bolup, şâkir bolup Haknı taptım
Şeyda bolup, rüsva bolup candın öttim
Andın songra vahdet meydin katre tattım
Hemdem bolup yir astığa kirdim mene
Vezin: Feûlün/Feûlün/Feûlün/Feûl
Ahmet Yesevi, Hikmetler
haz.: Ahmet Kabaklı
Türkler, 8. yüzyılın ortalarına doğru Çinlilerle olan mücadelelerinde Araplarla ittifak yapmışlardı. Talas Savaşı’ndan sonra Türkler, İslam dinini yakından tanıma fırsatı buldular ve kitleler hâlinde Müslüman olmaya başladılar. Büyük Selçuklular, Karahanlılar ve Çağatay döneminde verilen eserler, İslamiyet’in etkisinde oluşturulmuş ilk eserler olarak kabul edilir. Türklerin Müslüman olduğunun kabul edildiği 10. yüzyıl ile divan edebiyatının başlangıcı olarak kabul edilen 13. yüzyıl arasında İslamiyet’in etkisi altında verilmiş olan ve bir anlamda geçiş dönemi ürünleri sayılan eserler yer almaktadır.
Geçiş Dönemi:
Bu dönem eserleri Hakaniye lehçesiyle yazılmış, genel itibariyle didaktik (öğretici) ürünlerdir. Eserlerin temel amacı İslamiyet’e yeni girmiş ve İslamiyet’i tam olarak tanımayan Türklere İslamiyet’in güzelliklerini ve erdemlerini öğretmektir. Eserlerde yavaş yavaş Arapça ve Farsçanın etkisi görülmektedir. Geçiş Dönemi eserlerinde aruzla hece, beyitle dörtlük iç içe yazılmıştır. Bu eserlerde İslamiyet öncesi dönemin kültürü ile İslam kültürü de iç içedir.
A. Kutadgu Bilig:
Yusuf Has Hacip tarafından yazılmıştır. Kut; Türkçede saadet, devlet demektir. Kutadgu Bilig; mutluluk bilgisi, saadet bilgisi, devlet olma bilgisi, devlet idaresi bilgisi gibi manalara gelmektedir. Kitap, gerek fert olarak gerek topluluk hâlinde yaşayan insanların iyi bir şekilde idare edilip dünyada ve ahirette mesut olabilmeleri için tutulması gereken yolları gösterir.
Kutadgu Bilig’de işlenen asıl konu ideal insandır. Eserde ideal insanda bulunması gereken nitelikler ile insanın ve devletin karşılıklı vazifeleri üzerinde durulmuştur. Eser bu yönüyle bir siyasetnamedir. Kutadgu Bilig, aruz ölçüsüyle yazılmıştır. Kutadgu Bilig’de kahramanlar sembolik (alegorik) olarak bazı değerleri karşılar.
Aşağıdaki tabloda bu kahramanların simgesel olarak karşıladıkları değerler verilmiştir:
Kahraman İsmi Anlamı Görevi Temsil Ettiği Değer Kün Togdı Gün doğdu Hükümdar Adalet (hukuk, kanun) Ay Toldı Dolunay Vezir Mutluluk (saadet) Ögdülmiş Övülmüş Bilge Vezirin oğlu (akıl, anlayış) Odgurmış Uyanık Derviş Akıbet (hayatın sonu)
B. Atabetü’l Hakayık:
12.yüzyılda din adamı, şair ve bilgin olan Edip Ahmet Yüknekî tarafından kaleme alınmıştır. Hakaniye Türkçesiyle yazılmış olan eserde, bilginin faydası, cehaletin zararları, cömertlik, cimrilik, iyi ve kötü huylar anlatılarak halka yararlı olmak amacı güdülmüştür. Dinî-ahlaki, didaktik bir eserdir. Atabetü’l Hakayık söz varlığı bakımından oldukça zengindir. Eserde 76 deyim, 7 atasözü, 14 özdeyiş tespit edilmiştir. Eserde kullanılan deyimlerin birçoğu İslam ahlakı çerçevesinde nefsi terbiye etme, iyi insan olma gibi durumlar için kullanılan ifadelerdir.
Atabetü’l Hakayık’ın baş kısmındaki övgü ve sebebi telif kısımları beyitlerle yazılmıştır. Eserin asıl bölümü aaba/ccdc/eefe biçiminde kafiyelenmiş dörtlüklerle yazılmıştır. Öğretici bir ahlak kitabı olan eser, işlediği konular bakımından Kutadgu Bilig ile benzerlik göstermektedir. Edib Ahmed, eserinde insanları İslam kültürü çerçevesinde eğitmeyi amaçlamış, düşüncelerini ayet ve hadislerle desteklemiştir.
C. Divan-ı Hikmet:
Ahmet Yesevî’nin hikmetlerini içeren kitaptır. Bunlar dinî-tasavvufi konulu şiirlerdir. Nazım birimi dörtlük olan bu şiirler, koşma şeklindedir ve hece ölçüsüyle yazılmıştır. Hikmetlerin bir kısmı da gazel nazım şekliyle ve aruz ölçüsüyle yazılmıştır.
Ahmet Yesevi’nin canlı ve hareketli bir üslubu vardır. Bazı hikmetlerin samimi ve coşkun bir ifadeye sahip olduğu ve dinî-tasavvufi Türk halk edebiyatının en güzel örneklerini teşkil ettiği unutulmamalıdır. Ahmet Yesevi, hikmetlerini “Divan-ı Hikmet” adlı eserde toplamıştır.
Ç. Dîvânu Lugati’t-Türk:
Bu eser Türkçenin ilk sözlüğü ve dil bilgisi kitabıdır. Araplara Türkçe öğretmek ve Türk dilinin ne denli zengin bir dil olduğunu ortaya koymak amacıyla kaleme alınmıştır. Hazırlanışı ve içindekiler bakımından devrinin dili, edebiyatı, tarihi, coğrafyası ve sosyolojisi hakkında kıymetli bilgilerle zengin millî bir kültür hazinesidir. Dîvânu Lugati’t-Türk, geniş alana yayılmış Türk boylarının kültürü ile ilgili pek çok unsura yer vermesi nedeniyle ilk Türk dünyası ansiklopedisi olarak da kabul edilir. Kaşgarlı Mahmut; Yağma, Çiğil, Karluk gibi Türk boylarını gezerek sözlü edebiyat ürünlerini derlemiş ve eserinde işlemiştir.
Dîvânu Lugati’t-Türk, Türk edebiyatının ve folklorunun bir hazinesi olarak kabul edilmektedir. Dîvânu Lugati’t-Türk, İslamiyet öncesi edebî ürünlerinin (koşuk, sagu, sav, destan) günümüze ulaşmasını sağladığı için de çok büyük değere sahiptir. Türk şiirinin ilk örnekleri bu eserde görülür. Eserde lirik ve pastoral şiirler, savaş ve kahramanlık şiirleri, destanlar ve ağıtlarla ilgili örnekler vardır.
Dönemin halk kültürü, edebî anlayışı, coğrafyası ve tarihi bakımından eşsiz bilgileri sunar. Dîvânu Lugati’t-Türk’ün ele geçen tek nüshası 1917 yılında Diyarbakırlı Ali Emiri tarafından bir sahaftan satın alınarak bilim ve kültür dünyasına tanıtılmıştır.
GÖNÜLLERE YOL YAPMIŞ ŞAİRİMİZ YUNUS EMRE!
Yunus Emre’nin ilahi şiirleri büyük bir okyanus gibidir. O okyanusu keşfetmek onun ne derece derin olduğuna, sır dolu olduğunu aklın idraki gereklidir. Yunus Emre’nin şiirlerinde de sufiliğin işaretlerini görmek ve şairin kelimenin tam anlamıyla derviş olduğunu anlamamız gerekiyor.
Yunus Emre, gönüller yapmaya geldiği dünyanın ilahi aşkı arayan yolcusudur.
Biz dünyadan gider olduk
Kalanlara selam olsun
Bizim için hayır dua
Kılanlara selâm olsunSela verin kastımıza
Gider olduk dostumuza
Namaz için üstümüze
Duranlara selam olsunEcel büke belimizi
Söyletmiye dilimizi
Hasta iken halimizi
Soranlara selam olsunEceli gelenler gider
Hepsi gelmez yola gider
Bizim halimizden haber
Soranlara selam olsunTenim ortaya açıla
Yakasız gömlek biçile
Bizi bir asan veçhile
Yuyanlara selam olsunDerviş Yunus söyler sözün
Yaş doludur iki gözün
Bilmiyen ne bilsin bizi
Bilenlere selam olsun
İlahi
İlahi, kelime anlamı “Allah’a özgü, Allah’a ait” demektir. İlahilerde Allah’a duyulan aşk ve dinî temalar işlenir. İlahilerin bu yönüyle divan şiirindeki tevhit ve münacatlara benzediği söylenebilir. İlahiler dinî törenlerde ya da dergâhlarda özel bir ezgiyle söylenir.
İlahiler tarikatlara göre farklı isimler alabilir. İlahi;
Mevlevilerde “ayin”,
Bektaşilerde “nefes”,
Halvetilerde “cumhur” adıyla anılır.
İlahiler genellikle 7, 8, 11, 14 ve 16’lı hece ölçüsü ile yazılır. Bunlardan daha çok 7 ve 8 heceliler dörtlükler halinde; 11,14 ve 16 heceli olanlar ise beyit esasına göre yazılmışlardır. Kafiye örgüsü; ilk dörtlük düz veya çapraz, sonraki dörtlükler düz örgü şeklindedir (aaab, cccb, dddb veya abab, cccb, dddb). Hece ve aruzla söylenebilir. Bu türle özdeşleşen sanatçımız Yunus Emre’dir.
Yunus Emre, okuduğunuz şiirde Allah aşkıyla kendinden geçtiğini, kendini bu yola adadığını söylemiştir. Şairimiz şiirinde tüm insanlara aşkın nasıl olması gerektiğini anlatmıştır. Sade bir Türkçe kullanmış, kolay bir söylenişle derin anlamlar ifade etmiştir.
“Ma’lûmdur benim sühanım mahlas istemez Farkeyler anı şehrimizin nükte-danları”
Mahlas Nedim’in şu beytinde ifadesini bulduğu gibi şairin eserine attığı imza hükmünde Sanatçının kendisine uygun bir mahlas seçmesi, Türk halk şiiri, hem de Divan şiiri geleneklerinde şairliğin ilk şartlarından birisi olarak kabul edilmiştir. Türk edebiyatında İran tesiri ve Şeyhî ile başlamıştır. Bu mahlas alma geleneğinde şairler, türlü sebeplerle ve hemen her zaman kendi ruh hallerini yansıtan isimleri mahlas olarak seçmeye gayret etmişlerdir. Bu tür şairler genelde tekkelerden lakaplarıyla tanınmaktadır ve öyle anılmaktadır. Örneğin Yunus Emre, Kaygusuz Abdal, Pir Sultan gibi…
Kaygusuz Abdal Kimdir?
Kaygusuz Abdâl; XIV. yüzyıl sonu ile XV. yüzyılın birinci yarısında yaşamıştır. Asıl adı Alaaddin Gaybî olup “Kaygusuz Abdâl” mahlasıyla şöhret bulmuştur. Yunus Emre’den sonra, Tasavvufi Türk Edebiyatı’nın en önemli temsilcisi olan Kaygusuz, Türk dili ve Türk Tasavvuf edebiyat ı tarihi için son derece önemli olan 15’e yakın eserin şairi ve müellifidir. Bektaşî erkânı içinde yetişen şair, aynı zamanda zümre edebiyatı özelliği gösteren Bektaşî edebiyatının da ilk ve en büyük temsilcisidir.
Gaflet içinden uyan
Edebsiz olma ey cân
Edebdir asl-ı îmân
Var edeb öğren edeb
Nefes
Nefes, Bektaşi âşıklarınca yazılan tasavvuf konulu şiirlerdir. Genellikle hece ölçüsünün 7, 8, 11’li kalıplarıyla yazılır. Nazım birimi dörtlüktür. Diğer tasavvuf kollarındaki ilahinin karşılığıdır. Bunun yanı sıra Bektaşi âşıklarınca söylenmiş naat ve Hz. Ali methiyelerine de nefes adı verilir. Nefeslerde tasavvuftaki “vahdetivücud” anlayışı anlatılır. Nefeslerde gösterişsiz, alçak gönüllü ve alaycı bir üslup dikkati çekmektedir. Nefes; ayinlerde, saz eşliğinde, kendine özgü bestesiyle okunur. Dervişler; ilahide olduğu gibi ilahi aşk, bu yolda çekilen acılar, Allah’a ulaşma yolları, mürşide duyulan hayranlık, müritliğin adabı üzerine de nefesler düzenler.
Anonim halk şiiri, sözlü gelenek ortamında yaratılan veya zaman içinde ilk söyleyicisinden bağımsızlaşarak kuşaktan kuşağa aktarılarak yaşatılan bir edebiyattır. Bu edebiyatta mâni, türkü, ninni, bilmece, ağıt gibi ürünler yer alır. Zamanla bu ürünlerin sahipleri unutulmuş olsa da halkın ortak malı olmuştur.
Mâni
Mâni; anonim Türk halk edebiyatının tek dörtlükten oluşan nazım şeklidir. Mâniler ezgiyle söylenir. Mânilerin konusu genellikle aşktır. Mânilerde bundan başka ayrılık, öğüt, eleştiri, ölüm gibi konuların işlendiği görülür. Mânilerin kafiye düzeni “aaxa” şeklindedir. Mânide ilk iki dize konuyla ilgisi olmayan doldurma dizelerdir. Mânici asıl söylemek istediğini son dizede söyler.
Yapıları bakımından mâniler düz, cinaslı, yedekli olmak üzere üç çeşittir:
a. Düz Mâni:
Dört mısralı, yedi heceli ve “aaxa” şeklinde kafiyelenen mânilere “tam mâni” veya “düz mâni” adı verilmektedir.
Ana başa tac imiş – a
Her derde ilaç imiş – a
Bir evlat pir olsa da – x
Anaya muhtaç imiş – a
b. Cinaslı-Kesikli Mâni:
Yaygın olarak dört-beş mısradan oluşan, ilk mısraı yedi heceden daha az ve cinaslı kafiyelerin kullanıldığı mânilere “cinaslı mâni” veya “kesik mâni” adı verilmektedir.
Almadan – a
Kokun aldım almadan – a
Bir de yüzün göreyim – x
Tanrı canım almadan – a
c. Yedekli Mâni:
Dört veya beşten fazla mısra ile kurulan mânilere “yedekli mâni” veya “artık mâni” denilmektedir. Kesik mânilerde cinas kullanılmasına karşılık yedekli mânilerde cinas kullanılmaz.
Şu dağlar garip dağlar – a
İçinde garip ağlar – a
Kimse garip ölmesin – x
Garip için kim ağlar – a
Ağlarsa anam ağlar – a
Gerisi yalan ağlar – a
Türkü
Türküler, Türk Halk Edebiyatının sözlü geleneğinden doğmuştur. Ağızdan ağza yayılarak yaşatılan ve genellikle yaratıcısı bilinmeyen ezgilerdir. Türküler, yöreye has şekilde söylenir. Türk milletinin tarihî, coğrafyası, kültürel değerleri, inançları, değer yargılarını yansıtmaktadır ve türküler bizim insanımızın yaşanmışlıklarıyla doludur.
Türkü, ezgiyle (müzikle) söylenen anonim halk edebiyatı nazım şeklidir. Türkülerin çoğu halkın sözlü geleneğinde doğup gelişir fakat âşık şiirleri gibi düzenleyicisi belli olan türküler de vardır. Türkü, Anadolu’nun bazı yerlerinde “yır” adıyla da anılır. Türkülerde genellikle aşk, ayrılık, özlem, gurbet, ölüm gibi lirik konular işlenir. Türküler asıl bölüm ve nakarat bölümü olmak üzere iki bölümden oluşur. Bu nakarat bölümüne kavuştak da denir. Türkülerde hece vezni kullanılır, hecenin her kalıbında yazılabilir.
Türküler ezgilerine, konularına ve yapılarına göre sınıflandırılır. Ezgilerine göre hoyrat, oyun havası, bozlak gibi isimler alabilir. Konularına göre mevsim, kahramanlık, aşk, ölüm, doğum, evlenme, tarihi olaylar, askerlik türküleri gibi sınıflandırılabilir. Yapılarına göre türküler kullanılan hece ölçüsüne göre türkülerin sınıflandırılmasıdır. Türküler hece ölçüsünün her kalıbı ile söylenir. Bu durum, türkünün belli bir kalıba göre değil ezgi ile bağlantılı olduğunun kanıtıdır.
Koşma
Âşık edebiyatı, İslamiyet’ten önceki sözlü edebiyatın devamı sayılabilir. Önceleri tasavvuf şairleri için kullanılan âşık sözcüğü zamanla din dışı konularda şiirler yazan şairler için de kullanılmaya başlanmıştır.
Türk halk edebiyatında âşıklığa belli aşamalardan sonra ulaşıldığına inanılır. Bu inanışa göre âşık şairlik gücünü rüyasında gördüğü pirin sunduğu aşk badesini içip sevgilinin hayalini görerek kazanır. Âşığa rüyada sunulan tasın içindeki içeceğe “aşk dolusu, pirlik, erlik, aşk badesi” gibi isimler verilmiştir.
Âşıklar yeteneklerini atışmalarda gösterirler. Atışma sırasında iki âşık karşı karşıya gelir, orada bulunanlardan birinin ayak (kafiye, anahtar kelime) vermesiyle atışma başlar. Âşıklardan biri bu ayağa uygun dörtlük söyleyemediği anda yenilir. Atışma sona erer.
17. yüzyıldan itibaren halk edebiyatı biçim ve içerik bakımından divan edebiyatından etkilenmeye, kimi âşıklar ise hecenin yanında aruzu da kullanmaya başlamışlardır. Bu âşıklar; Âşık Ömer, Kâtibî, Gevherî, Dertli, Bayburtlu Zihni’dir. Böylece halk edebiyatında aruzla yazılan “divan, selis, kalenderi, semai, satranç, vezn-i aher” gibi nazım şekilleri de kullanılmıştır.
*Koşma, halk edebiyatının en sevilen ve yaygın türüdür. Koşma “yakıştırmak, isnat etmek” demektir.
*Genellikle 11’li hece ölçüsüyle yazılır.
*Nazım birimi dörtlük, nazım birimi sayısı 3-5 arasındadır.
*Koşmaların kafiye düzeni “xaxa, bbba, ccca…” şeklindedir.
*Koşmalar konu bakımından divan edebiyatındaki gazele benzetilir. Bunun nedeni her iki nazım şeklinin de “aşk, sevgi, güzellik, doğa güzelliği” gibi konuları işlemesidir.
Koşma, genellikle aşk duygularını ve tabiat güzelliklerini anlatan lirik şiirlerdir. Ayrıca sosyal konuları işleyen koşmalar da vardır. Halk edebiyatının en yaygın nazım şeklidir. 11’li hece vezniyle söylenen dörtlüklerden meydana gelir. İlk dörtlüğün 1 ve 3. mısraları serbest veya kendi aralarında kafiyeli, 2 ve 3. mısraları birbiriyle kafiyeli olur. Koşma türleri şunlardır:
Güzelleme: Aşk, sevgi, doğa, insan ve hayvan güzelliklerini anlatan lirik koşmalardır.
Koçaklama: Yiğitlik, kahramanlık, savaş gibi konuları işleyen koşmalardır.
Taşlama: Bir kişiyi veya toplumu eleştiren koşmalardır.
Ağıt: Bir kişinin ölümü üzerine duyulan üzüntüyü anlatmak amacıyla söylenen koşmalardır.
“Yüksek zümre edebiyatı, saray edebiyatı, klasik edebiyat” size neler düşündürüyor?
“Ah tut-i mucize guyem, ne desem laf değil
Tut-i mucize guyem, ne desem laf değil”
Divan edebiyatı, XIII. yüzyılda Hoca Dehhâni ile başlayıp XIX. yüzyıla kadar varlığını devam ettirmiştir. Saray edebiyatı, klasik edebiyat, yüksek zümre edebiyatı gibi değişik adlarla anılan bu edebiyat için en yaygın kullanılan isim divan edebiyatıdır. Bu adlandırmada şairlerin, eserlerini “divan” adı verilen bir kitapta toplamaları etkili olmuştur.
Arap ve Fars edebiyatlarının etkisiyle oluşan bu şiir geleneğinin kendine özgü birtakım kuralları vardır. Geleneğin belirlediği bu kurallar içerisinde Arapça-Farsça kelime ve tamlamaların sıkça kullanılması; ağır, sanatlı, süslü söyleyişlere yer verilmesi; mazmun adı verilen kalıplaşmış sözlerin bulunması; soyut konuların daha çok işlenmesi; bütün güzelliği yerine parça güzelliğinin esas alınması vb. sayılabilir.
Gazel
Gazel, Türk edebiyatına Arap edebiyatından geçmiştir. Divan şairlerinin en çok kullandığı nazım biçimi olan gazel, metinde de görüldüğü üzere beyitlerle kurulup kafiye düzeni aa-ba-ca-da… şeklindedir. Gazellerde beyit sayısı 5-15 arasında değişmektedir. Gazelin ilk beytine matla, son beytine makta, matladan hemen sonraki beyte hüsn-i matla, maktadan bir önceki beyte ise hüsn-i makta adı verilmektedir. Hüsn-i matla ve hüsn-i makta beyitlerinin, matla ve makta beyitlerinden güzel olması şartı aranmaktadır. Şairin mahlasının bulunduğu beyte mahlas beyit ya da mahlas-hâne adı verilmekte ve mahlas genellikle gazelin son beytinde yer almaktadır. Gazelin en güzel beyti beytül gazel ya da şâh-beyit olarak adlandırılmakta ve gazelin herhangi bir yerinde bulunmaktadır. Beyitler arasında anlam birliği bulunan gazeller yek-âhenk gazel diye adlandırılırken anlam birliğinden başka bütün beyitleri aynı güçte, değerde ve güzellikte olan gazeller için yek-âvâz ifadesi kullanılmaktadır.
Gazeller başta aşk ve güzellik olmak üzere ayrılık, sevgilinin güzelliği, baharın verdiği neşe gibi konuları işler. Daha çok lirik konuların işlendiği gazeller işledikleri konuya göre birtakım isimler alır:
Âşıkane gazel:
Aşkın verdiği mutluluğu, sıkıntıyı, sevgilinin güzelliğini anlatan gazeller âşıkane gazel denir. Türk edebiyatında Fuzuli, âşıkane gazelin öncüsü sayılır.
Rindane gazel:
Hayata karşı kayıtsızlığı, yaşamaktan zevk almayı anlatan gazeller rindane gazel denir. Türk edebiyatında Bâkî, rindane gazelin öncüsü sayılır.
Şûhane gazel:
Kadını ve aşkın zevklerini şuh bir tavırla ifade eden gazel türü şûhane gazel denir. Türk edebiyatında Nedim, şuhane gazelin öncüsü sayılır.
Hikemî gazel:
Ahlâkla ilgili öğütler veren, özdeyiş niteliğindeki sözlerin ağır bastığı gazeller ise hikemî gazel denir. Türk edebiyatında Nâbî, hikemî gazelin öncüsü sayılır.
Kaside
Saçma ey göz eşkden gönlümdeki odlara su Kim bu denlü dutuşan odlara kılmaz çâre su | Ey göz! Gönlümdeki (içimdeki) ateşlere göz yaşımdan su saçma ki, bu kadar (çok) tutuşan ateşlere su fayda vermez. |
Kaside, divan edebiyatında sıklıkla kullanılan bir nazım biçimidir. Arap edebiyatından İran edebiyatına oradan da Türk edebiyatına geçmiştir. Kasideler, din veya devlet büyüklerini övmek amacıyla yazılır. Bazen de kasidelerde yergi söz konusudur. Kaside denilince akla gelen ilk isim Nef’î’dir.
Kasideler divan şiirinin beyitlerle kurulan nazım biçimlerindendir. Beyitler aa-ba-ca-da … şeklinde kafiyelenmektedir ve beyit sayısı 33-99 arasında değişmektedir. Bütün divan şiiri nazım biçimlerinde olduğu gibi ölçü, aruz ölçüsüdür.
Gazeldeki gibi ilk beyit matla, son beyit makta adını alır. Kasidenin en güzel beytine beytü’l-kasid, şairin mahlasının bulunduğu beyte ise tâç-beyit adı verilmektedir.
Kasidenin Bölümleri:
Kasidelerde şair, doğrudan övgüye başlamaz. Önce sanat gücünü göstermek, hayal gücünün zenginliğini ortaya çıkarmak için bir giriş yapar. Bu bölüm nesib ya da teşbib adıyla anılmaktadır. Şair; burada bir şehrin, mevsimin, atın, gecenin tasvirini yapar.
Nesibden sonra övgüye geçeceğini haber veren, bir beyitten oluşan girizgâh bölümü gelir.
Kasidenin yazılma nedeni olan övgünün yer aldığı bölüm methiye adını alır.
Methiyenin hemen ardından daha lirik bir bölüm olan tegazzül bölümü gelir ki şair burada bir gazel söyler. Ancak bu bölüm her kasidede olmayabilir.
Bir sonraki bölüm olan fahriyede, övülen kişiye yapılan övgünün bir o kadarını şair kendisi için yapar. Bu iki bölümde dil oldukça ağırdır.
Sonrasında şairin mahlasının yer aldığı tâç-beyit bulunur.
Son bölüm ise duâ bölümü olarak adlandırılır. Şair burada övdüğü kişinin uzun ömürlü olması, bahtının açık olması gibi iyi dileklerde bulunarak ona dua eder.
Kasidelerin Adlandırılması
Kasidelerin adlandırılmalarında değişik yöntemler uygulanmaktadır.
1- Bunlardan birincisi nesibde işlenen konuya göre yapılan adlandırmadır. Örneğin kasidenin nesib bölümünde kış anlatılıyorsa kaside şitâiyye, bahar anlatılıyorsa bahâriyye, atları anlatıyorsa rahşiyye, bir bayramı anlatıyorsa ıydiyye gibi isimlerle anılır.,
2- Rediflerine göre yapılan adlandırmalardır. Örneğin kasidede redif olarak “su” kelimesi kullanılmışsa su kasidesi, güneş kelimesi kullanılmışsa güneş kasidesi adını alır. Daha başka; Kerem kasidesi, Şemsiyye (güneş), Sünbüliyye…
3- Kafiye harflerine göre yapılan adlandırmalardır. Kaside-i tâiyr, kaside-i mimiye…
4- Kasidede işlenen konuya göre yapılan adlandırmalardır. Tevhid, münacaat, naat …
Kasideler işledikleri konuya göre türleri:
Tevhid:
Allah’ın birliğini ve yüceliğini anlatan kasidelere tevhid adı verilir.
Münacaat:
Allah’a yalvarıp yakarmayı konu edinen kasideler münacaat adı verilir.
Naat:
Peygamber Efendimiz’in övgüsünün yer aldığı kaside türüne naat adı verilir. (Fuzûlî’nin Su kasidesi bir naat örneğidir.)
Hicviye:
Bir kimsenin aksayan yönlerini yermek amacıyla yazılanlara hicviye adı verilir.
Medhiye:
Bir kişinin övüldüğü kaside türüne methiye adı verilir.
Fahriye:
Şairin kendini övdüğü kasidelere de fahriye adı verilir.
Divan edebiyatında mesnevi, gazel ve kasideden başka kıt’a ve müstezat nazım biçimleri de beyitlerle kurulmaktadır.
Kıt’a
- Kıt’alar, xa-xa şeklinde kafiyelenen iki beyitlik bir nazım biçimidir.
- Genellikle 2-12 beyit arasında yazılır.
- Matla ve mahlas beyti bulunmaz.
- Felsefi – tasavvufî fikir, hayat görüşü, bir nükte, övgü – yergi, tarih düşürme konuları işlenir.
- Beyit sayısı ikiden fazla olan kıtalara kıta-ı kebire denir.
- Ebced hesabı ile tarih düşürmede kullanılır.
Müstezad
Müstezad, gazel beyitlerinin her bir dizesine bir kısa dize eklenerek aruzun özel bir kalıbıyla yazılır. Nef’î’nin şiirlerinde, Türk edebiyatında XVII. yüzyılda etkisi görülmeye başlanan sebkihindî akımından izler görmek de mümkündür. Şairin mübalağaya düşkünlüğü, tezatlara çok yer vermesi, hayal dünyasının zenginliği sebkihindî’nin ondaki izleridir.
“Hint üslubu, Hint tarzı” anlamına gelen sebkihindî, İran’dan Hindistan’a gelen İranlı şairlerce geliştirilmiş; daha sonra Nâilî, Neşâti, Şeyh Gâlip gibi bazı divan şairlerini de etkisi altına almış bir akımdır. Bu anlayışla yazılan şiirlerde anlam olabildiğince kapalı; dil oldukça ağır, sanatlı, süslüdür. Soyut konular (özellikle tasavvuf) daha çok ele alınmıştır.
Sevdiğim cânım yolunda hâke yeksân olduğum
Îyddir çık nâz ile seyrâna kurbân olduğum
Ey benim aşkında bülbül gibi nâlân olduğum
Îyddir çık nâz ile seyrâna kurbân olduğum
Şarkı
Türklerin, divan edebiyatına kazandırdığı iki nazım biçiminden biri olan şarkı (diğeri tuyuğ), bestelenmek amacıyla kaleme alınır. Genellikle dörder dizeli bentlerle kurulur ancak beş ya da altı dizeli bentlerden oluşan şarkılar da vardır.
Her bendin üçüncü dizesi miyan, her bendin sonunda tekrarlanan dize ise nakarat olarak adlandırılır. Miyan, şarkının en dokunaklı ve en anlamlı dizesidir.
Genellikle aşk, sevgili, eğlence, ayrılık gibi konuların işlendiği şarkılarda bent sayısı 2-5 arasında değişmektedir. İlk bendin kafiye düzeni değişiklik göstermekle birlikte kafiye düzeni aaaa-bbba-ccca, abab-cccb-çççb veya aAaA-bbbA-cccA’dır (A: Nakaratları ifade eder.).
Türk edebiyatında şarkı adıyla yazılan ilk manzumeler, XVII. yüzyılın sonlarında görülmektedir. Divan edebiyatının en güzel şarkı örnekleri Nedim’in kaleminden çıkmıştır. Nedim’den sonra Şeyh Gâlip, Enderunlu Fâzıl, Enderunlu Vâsıf, Leyla Hanım, Şeref Hanım gibi sanatçılar da bu nazım biçiminin gelişip yaygınlaşmasında önemli rol oynamışlardır.
Mahallîlaşma Akımı
Şarkıda dikkati çeken önemli bir özellik de XV. yüzyılda Necati’yle başlayan mahallîleşme akımının izlerinin görülmesidir. Halk dilinde kullanılan kelimeler, deyimler Nedim’in şiirinde ustaca bir söylemle birleşmiştir. Baki’nin şiirlerinde kullandığı İstanbul Türkçesi, Nedim’in şiirlerinde şiir dili olmuştur. Bu nedenle Nedim, mahallîleşme akımının Türk edebiyatındaki en önemli ismi olarak anılır. Necati’yle başlayan bu hareket, Baki ve Şeyhülislam Yahya aracılığıyla Nedim’e kadar ulaşmış ve onda olgunlaşmıştır.
Divan edebiyatında şarkının dışında da bentlerle kurulan nazım biçimleri vardır.
Rubai
Bunlardan rubai tek dörtlükten oluşur. Yani dört mısralık bir nazım şeklidir ve aaxa şeklinde kafiyelenir.
Aruz kalıbının özel kalıpları olan ahrem ve ahreb kalıplarıyla yazılır. Bu yönüyle tuyuğdan ayrılır. Türk şairler tarafından en çok ahreb kalıpları kullanılmıştır.
Türk edebiyatına İran edebiyatından geçmiştir. Arap edebiyatında dü-beyt adıyla anılır.
Fars edebiyatında Ömer Hayyam, Türk edebiyatında ise Azmizade Mustafa Haletî ve Cumhuriyet dönemi edebiyatımızda ise Arif Nihat Asya rubaileriyle ünlüdür.
Tuyuğ
Sadece “fâ’ilâtün/fâ’ilâtün/fâ’ilün” kalıbıyla yazılan ve aaxa şeklinde kafiyelenen tuyuğlar da divan edebiyatında tek dörtlükten oluşan bir diğer nazım biçimidir.
Tuyuğ, şarkı söyleme, övme, gizli cinaslı söz anlamlarına gelir. Milli nazım biçimidir.
Murabba, şarkı, terkib-i bend, terci-i bend gibi bazı nazım biçimleri birden fazla bentten oluşmaktadır. Dörder dizeli bentlerden oluşan
murabbalarda kafiye düzeni aaaa-bbba-ccca … şeklinde olup bent sayısı 3-7 arasında değişmektedir
ve murabbalarda konu sınırlaması yoktur. Talihten ve hayattan şikâyetler, dinî, tasavvufi, felsefi dü-
şünceler terkib-i bent nazım biçimiyle dile getirilmiş olup terkib-i bentlerde bent sayısı 5-10 arasında
değişir ve her bent, 5-10 beyitten oluşur. Bu nazım biçiminde her bendin sonundaki beyit (vasıta
beyti) değişir. Şekil özellikleri bakımından terkib-i bentlere benzeyen terci-i bentler, her bendin so- nundaki vasıta beytinin tekrarlanması yönüyle terkib-i bentlerden ayrılır.