Küfe
Sokaklarında gezilmez ki yüzme bilmeyerek!
Adım başında derin bir deniz dalgalanır,
Sular karardı mı, artık gelen gelir dayanır!
Beş on gün oldu ki, alışkanlığıma uyarak ben
Sabahleyin çıkıvermiştim evden erkenden.
Bizim mahalle de İstanbul’un kenarı demek:
Sokaklarında gezilmez ki yüzme bilmeyerek!
Adım başında derin bir deniz dalgalanır,
Sular karardı mı, artık gelen gelir dayanır!
Bir elde olmalı kandil, bir elde iskandil,
Kurtuluşun yolu insan için bu, başka değil!
Elimde bir koca değnek, onunla yoklayarak,
Önüm adaysa basıp, yok denizse atlayarak,
Ayakta durmaya el birliğiyle gayret eden,
Hâl diliyle ile ama rükûa niyet eden
O eski , harap evlerin saçaklarına,
Sığınmış öyle giderken, hemen ayaklarına
Kılavuzumun koca bir şey takıldı… Baktım ki:
Genişçe bir küfe yatmakta, hem epey eski.
Bu bir hamal küfesiymiş… Acep kimin? Derken;
On üç yaşında kadar bir çocuk gelip öteden,
Gerildi, tekmeyi indirdi öyle bir küfeye:
Teker meker küfe halsiz düştü ta öteye.
– Benim babam senin altında öldü, sen hâlâ
Kurumla yat sokağın ortasında böyle daha!
O anda karşıki evden bir orta yaşlı kadın
Göründü:
– Oh benim oğlum, gel etme kırma sakın!
Ne istedin küfeden, yavrum? Ağzı yok dili yok,
Baban sekiz sene kullandı… Hem de derdi ki: “Çok
Uğurlu bir küfedir, kalmadım hemen yüksüz…”
Baban gidince demek kaldı âdetâ öksüz!
Onunla besleyeceksin ananla kardeşini.
Bebek misin daha öğrenmedin mi sen işini?”
Dedim ki ben de:
– Ayol dinle annenin sözünü!
Fakat çocuk bana haykırdı ekşitip yüzünü:
– Sakallı, yok mu işin? Git, cehennem ol şuradan!
Ne dırlanıp duruyorsun sabahleyin oradan?
Benim içim yanıyor: Dağ kadar babam gitti…
– Baban yerinde adamdan ne istedin şimdi?
Adamcağız sana, bak hâl dilince söylerken…
– Bırak hanım, o çocuktur, kusura bakmam ben…
Adın nedir senin oğlum?
– Hasan.
– Hasan, dinle…
Zararlı sen çıkacaksın bütün bu hiddetle.
Benim de yandı içim anlayınca derdinizi…
Fakat, baban sana ısmarlayıp da gitti sizi.
O, bunca yıl çalışıp alnının teriyle seni
Nasıl büyüttü? Bugün, sen de kendi kardeşini,
Yetim bırakmayarak besleyip büyütmelisin.
– Küfeyle öyle mi?
– Hay hay! Neden bu söz lâkin?
Kuzum, ayıp mı çalışmak, günah mı yük taşımak?
Ayıp: Dilencilik, işlerken el, yürürken ayak.
– Ne doğru söyledi! Öp oğlum amcanın elini…
– Unuttun öyle mi? Bayramda komşunun gelini:
“Hasan, dayım yatı mekteplerinde zâbittir;
Senin de zihnin açık… Söylemiş olaydık bir…
Koyardı mektebe… Dur söyleyim” demişti hani?
Okutma sen de hamal yap bu yaşta şimdi beni!
Söz anladım ki uzun, hem de pek uzun sürecek;
Benimse vardı o gün pek çok işlerim görecek
Bıraktım onları, saptım yokuşlu bir yoldan.
Ne oldu şimdi acep, kim bilir, zavallı Hasan?
Bizim çocuk yaramaz, evde dinlenip durmaz;
Geçende Fatih’e çıktık ikindiüstü biraz.
Kömürcüler kapısından girince biz, develer
Kızın merakını çekti, daima da çeker:
O yamrı yumru beden, upuzun boyun, o bacak,
O arkasındaki püskül ki kuyruğu olacak!
Gerçekten de görecek şey değil mi ya? Derken,
Dönünce arkama, baktım: Beş on adım geriden,
Belinde enlice bir şal, başında sarık,
Bir orta boylu, güler yüzlü, nur yüzlü ihtiyar ;
Yanında koskocaman bir küfeyle bir çocucak,
Yavaş yavaş geliyorlar. Fakat tesadüfe bak:
Çocuk, benim o sabah gördüğüm zavallı yetim…
Şu var ki, yavrucağın hali eskisinden elim :
Cılız bacaklarının dizden altı çırçıplak…
Bir ince mintanın altında titriyor, donacak!
Ayakta kundura yok, başta var mı fes? Ne gezer!
Düğümlü, alnının üstünde sade bir çember.
Nefes değil, o soluklar, kesik kesik feryat;
Bakış değil o bakışlar, yardım dileyen göz yaşları
Bu bir ayaklı sefalet ki yalın ayak, baş açık;
On üç yaşında buruşmuş tertemiz alnı, yazık!
O anda rüştiye mektebinden taburla çıkan
Bir elliden fazla çocuk ki, muntazaman
Geçerken ihtiyar durmak zorunda kaldı
(Çocukların) Hasan’la karşılaşması acıklı bir sahne oldu
Evet, bu yavruların hepsi, gençlik neşesiyle dolu
Koşup gitmektelerdi birer birer aydınlık yuvalarına
Birazdan oynayacak hepsi bunların, ne iyi,
Fakat Hasan, babasından kalan o pis küfeyi,
-Ki ezmek istedi görmekle yolun üzerinde –
İlelebet çekecek çaresiz omuzlarında!
O, yük değil, kaderin bir cezası masuma…
Yazık, günah(ı) nedir, bilmeyen şu mahkuma!
Mehmet Akif Ersoy
Bizi Takip Edin
Diyariedebiyat.com ailesi olarak sunduğumuz paylaşım ve içerikleri yakından takip etmek için sosyal medyada bizi takip edin.
📌Facebook grubumuza katılmak için tıklayınız.
📌Telegram grubumuza katılmak için tıklayınız.
📌İnstagram hesabımızı takip etmek için tıklayın.
📌Twitter takip için tıklayınız.