YÜKSEK ÖKÇELER
Hatice Hanım, çok genç yaşta dul kalmış zengin bir hanımcağızdı. Göztepe’deki köşkünü hizmetçi Eleni ve evlatlığı Gülter ile her sabah beraber temizler, aşçısı Mehmet’i her gün tıraş ettirir
YÜKSEK ÖKÇELER
Hatice Hanım, çok genç yaşta dul kalmış zengin bir hanımcağızdı.
(…)
Başlıca merakı temizlikle namusluluktu. Göztepe’deki köşkünü hizmetçi Eleni ve evlatlığı Gülter ile her sabah beraber temizler, aşçısı Mehmet’i her gün tıraş ettirir, zavallı Bolulu oğlanı tepeden tırnağa kadar beyazlar giymek zorunda bırakırdı. Eleni de, Gülter de son derece namusluydular.
Kileri kitlemezdi. Paraları meydanda dururdu. Hele Mehmet’in namusuna diyecek yoktu. Konuşurken gözlerini kaldırıp insanın yüzüne bile bakmazdı. Hatice Hanım, köşkten hiçbir yere çıkmadığı için işi gücü adamlarını denetlemekti. Sürekli odaları dolaşır, tavan arasına çıkar, mutfağa inerdi. Derdi ki:
Benim gibi olun! Ben kimseyle görüşüyor muyum? Sakın siz de komşuların hizmetçileriyle, uşaklarıyla konuşmayın.
(…)
Mehmet bile bu nasihati noktası noktasına tutmuştu. Arka bahçedeki mutfağına değil misafir, hemşeri filan, hatta yabancı bir kedi bile girmiyordu.
Hatice Hanım, belki günde on defa iner, onu yapayalnız tenceresinin başında bulurdu.
Hatice Hanım’ın temizlik, namus merakından başka bir de yüksek
ökçe merakı vardı. Güzeldi, tombuldu, cıvıl cıvıl bir şeydi. Fakat boyu çok
kısa olduğu için evin içinde de bir karışa yakın ökçeli ayakkabılar, terlikler
giyerdi. Sanki bir cambaza dönmüştü. Bu yüksek ökçelerle merdivenleri takır takır bir hamlede iner, ayağı burkulmadan bir aşağı, bir yukarı koşar dururdu. Sonunda bir baş dönmesi geldi. Çağırdığı doktor ilaç filan vermedi.
– Bütün rahatsızlığınıza sebep bu ökçelerdir; hanımefendi, dedi. Onları çıkarın. Rahat yünden, yumuşak bir terlik giyin. Hiçbir şeyiniz kalmaz.
Hatice Hanım, doktorun tavsiye ettiği bu yünden terlikleri aldırdı. Gerçekten rahattı. İki gün içinde başının dönmesi filan geçti. Dizlerinde, baldırlarında sızı kalmadı. Fakat böyle, tam vücudu rahat ettiği sırada, ruhu derin bir azap duydu.
Dokuz yıllık adamlarının iki gün içinde birden ahlâkları bozulmuştu. Eleni’yi kendi diş fırçasıyla ağzını yıkarken, Gülter’i, kilerde reçel kavanozunu boşaltırken görmüştü. Mehmet’i, et günü olmadığı hâlde, bol bir sahan külbastıyı yerken yakaladı.
– Ne oldu bunlara ya Rabbim? Ne oldu, diyordu.
Bir hafta içinde adamlarının on beşten fazla hırsızlığını, yolsuzluğunu yakaladı. Hele Mehmet’i, komşu Paşa’nın askerleriyle koca bir kazan pirinç pilavını atıştırırken görünce öfkesinden ne yapacağını şaşırdı. O gün her tarafı kilitledi:
Bakalım şimdi ne çalacaklar, dedi.
Gerçekten de çalınacak hiçbir şey kalmamıştı. Ertesi gün biraz geç kalktı. Aşağıya indi. Gülter ile Eleni meydanda yoktu. Yürüdü, mutfağa doğru gitti.
(…)
Mehmet diyordu ki…
– Ülen Gülter, artık sen şeker filan getirmiyon?
Gülter:
Her taraf kitli, ne yapayım, diyordu.
Mehmet, garip bir şapırtı içinde Eleni’ye de,
– Ülen, gece niçin gelmiyon? Sana helva yapıp saklıyom, diye soruyor, Eleni,
– Yakalanacağız vire! Sonra Hanım bizi kovacak, diye çırpınıyordu.
Aralarında çıtır pıtır bir sohbet başladı.
Hatice Hanım, gözünü açmıyor, yüreği çarparak merakla dinliyordu.
Gülter,
– Ah o terlikler, dedi. Her işimizi bozdu. Hanım’ın geldiği artık hiç duyulmuyor. Ne yapsak yakalanıyoruz. Eskiden ne iyiydi. Yüksek ökçelerin takırtısından evin en üst katında kımıldadığını duyardık. Sohbet uzadıkça kendi göremediği başka rezilliklerin ayrıntılı hikâyelerini duyuyordu. Dayanamadı.
Gözlerini açarak
– Sizi alçak, hırsız, namussuzlar. Defolun şimdi evimden, dedi.
……………………
Bu dokuz yıllık hizmetçilerini hemen kapı dışarı etti.
Aşçı, işçi artık eve ne kadar adam aldıysa hepsi arsız, hırsız, yüzsüz, namussuz çıkıyordu. Tam iki yıl adamakıllı birine rast gelmedi. Malı, mülkü varken hiçbir sıkıntısı yokken bu hizmetçi meselesi yüzünden zayıflıyor, sararıp soluyordu.
Baktı olmayacak! Yine yüksek ökçeli iskarpinlerini giydi. Hizmetçilerinin hırsızlıklarını, uğursuzluklarını, namussuzluklarını göremez oldu.
“Benzine kan geldi. Gerçi yine başı dönmeye başlamıştı.” Fakat sesi işitilmeyen ökçesiz terlik giydireceğini düşünerek doktora kendini göstermiyor:
– Hiç olmazsa şimdi yüreğim rahat ya, diyordu.
Ömer SEYFETTİN, Yüksek Ökçeler